SANAT

Sanat, doğruyu yakalamak diye bir işlevi üstlenmez, illa güzel olsun diye bir kaygısı da yoktur; onun ilgi alanı estetik ve ifade gücüdür ve algılarını yorumlarken isyandan beslenir, isyan ise felsefi anlamda yeni bir doğuştur.

Zama Ötesi

Zaman, kavram olarak algılanmasının ötesinde bir süreçtir, yani durağan değildir; işte bu süreçte gerçeklik ve doğru diye iki kavram daha vardır ki bilinçli olduğunu kabullenen bir kişi için gerçeklikte doğruyu yakalayabileceği tek yol ise bilim ya da felsefedir.

GÜNAYDIN

GÜNAYDIN

Ben, insanlarla "GÜNAYDIN!" diyerek selamlaşmayı daha çok seviyorum: Birincisi Türkçe, ikincisi ve daha önemli işlevi ise o günün aydınlık içinde geçmesini ve yeni bir başlangıcın habercisi oluyor..


TEŞEKKÜR

Bu blog'un oluşumuna öncülük eden Jan Macfarlane ve yapılanmasında yardımcı olan Tania Guerra'ya teşekkürlerimin bilinmesini istiyorum..

ZAMAN ÖTESİ

Zaman ötesi, Almanya'daki yaşamım süresinde okuyucuyla buluşturmak istediğim ilk kitabımdır; dolayısıyla bu kitap profesyonel yazın hayatına atmış olduğum ilk adım olmuş oluyor.

ZAMAN ÖTESİ

gel sevdalım

öyle bir yaşam

kurdum ki sana

dünya ötesi

güneş

yıldızlar

ay da var

dost bahçesinde

çiçekler

güller tomurcuk

koklasan açar

sevda ötesi


haklıyı haksızı

tartıya vursak

insanlar

anadan doğma

giyim ayıbı örter

bir yaşam ki

su özgürlüğü

bir nehir gibi akar

bir gölde toplu

deniz gibi sonsuz

bir kapta sınırlı

bir yaşam ki

zaman ötesi

1982

Tuesday 21 July 2015

SAHİLDE MİRAC                                               
anamur
akdenize paralel uzanan
toroslara sırtını dayayan   
bir yamaç kasabası                       
yani bir yörük sahil yaylası          

anamur'un tarihsel yapısı
deniz kıyısında bulunan
mamure kalası
iskele ile kale arası
romantik bir köprü macerası
yürürken köprünün sallanması
kimine oyun
kiminin korkulu rüyası..
köprünün altında dragon çayı   
mor dağlardan sökülür
boğuntu'dan ağrı dolaşır ovayı
ve akdeniz sevdasına dönüşür        
iki suyun buluşma olayı                                          

dragon çayının iki yakası
kaplumbağa üreme tarlası   
özellikle kale ve çay arası
ranta sınır koymuş
yumurta yuvası                                  
ki burası
karetta candaşlarımızın
hayata başlangıç aşaması                           
                          
parktan kaleye
sahilden yürüyüşe
dragon köprüsünü
geçtikten sonra
set üzeri güneye
ve sonra doğuya
kum deniz ve güneş
ile baş başa
yirmi beş otuz dakika
yürümek gerekir                                            
bu yürüyüşte sessizlik
düşünceye güç verir
ve bu güç
mistik bir ezgiyle gelişir                  
sonrası gök ve deniz                                      
aynı renkte birleşir
dalgalar kumlarla
                söyleşirken               
rüzigar aradan çekilir                       
ve derken duygular
o anda miraca yükselir 

anamur ilk önce
denize yakın kurulmuş
ve antik çağda
anamurium demişler
kim bilir
belki bir balıkçı köyü
belki de ticari
bir amaç taşıyormuş
fazla getirisi olmayınca
anamurium terk edilmiş
bu günse anamur
anamurium'un
o kaybolan ticari
itibarını arıyor
aslında o itibarı
yakalamış durumda
ama bazıları
daha fazlasını istiyor
şurası iyi bilinmelidir ki
her getiride bir de
götürü vardır  
işte bu götürüyü
anamur kendinden ödüyor..
                             22.05-23.07.15

Sunday 19 July 2015

BİLGECE
ilim ve irfan dediler
gerçekleri gizlediler
sorgulamak isteyince
sen bilemezsin dediler
                           
arifin irfan gerekir sözüne
bilgin kişi saygılıdır özüne              
cahilin cehaleti yüzüne
sakın vurma çıldırır

                            16.06.15

Thursday 16 July 2015

ES ve YA
esya
ilginç bir isim demiştim
es güvenime ihanet etti
ya ise onun ihanetini düzeltti
ve ben
ilk kez kur'ana hak verdim
yani es kadının zayıflığı
yani doğasından
kaynaklanan
kurnazlık ve
alma tutkusuyla                         
kendini ortaya koydu
ya ise
onun çıkarcı davranışına
karşıt bir tavırla
uzlaşma taraflısıydı                   

              15-16.07.15

Sunday 19 April 2015

      FELSEFE ve AYRIMCILIK
        Bundan önceki makalede Din ve Ayırımcılık üzerine yazmıştım; bu yazıyı okuyan muhafazakar ve dindar kişiler ayırımcılık sadece dinde mi var veya sadece dinde yoktur diye tepki gösterebilir, ki tepkilerinde de haklıdırlar, ama biz bu haklılıklarını asgariye indirgemeye çalışalım..
        İnsan beyninin ortaya koyduğu bütün var oluşların kaynağı ve hatta Tanrı kavramının bile yaratıcısı felsefe, yani düşüncedir. Bu ifadelerden yola çıkarak, her düşünce felsefe mi oluyor diye bir soruyla da karşılaşabiliriz: Tabi ki böyle bir sorunun yanıtı hayır olacaktır; bir düşüncenin Felsefe boyutunda değerlendirilebilmesi için o düşüncenin bir sistem dahilinde ortaya konulması gerekmektedir ve sistem  bilimin de temel prensibidir, yani, bilimin  oluşumunu da felsefe yapılandırmaktadır. Felsefe ve ayırımcılık konusuna gelince, felsefe İnanç gibidir, yani ayırımcılık yoktur, eğer olursa da bu felsefenin ne olduğunu bilmeyenler ve konuşulanı anlamayan kişiler tarafından gerçekleştirilir. Felsefe, olaylar ve var oluş ya da gerçekler üzerine yorum ve değerlendirmeler yapar; bu işlemler yapılırken yorum taraflı olabilir ama değerlendirme tarafsız olmalıdır ve sebep sonuç ilişkisiyle yapılmalıdır: Çünkü değerlendirme bilimsel kaynaklıdır ve bilimin de objektif olmak zorunluluğu vardır, yani tarafsız olmalıdır, yani bilim insanı konulara duygusal yaklaşmamalıdır; yorum ise kişiye özgüdür, yani kişi taraflı da olabilir; bunların dışında tamamen bağımsız ve yeni fikirler de geliştirilebilir..
         Felsefe ile ilgili bu kısa girişten sonra gelelim felsefenin işlevine, her canlı kendince bir özelliğe sahiptir ve insan da kendini düşüncesiyle var eder; bana gelinceye kadar felsefe ile ilgili yeterince açıklama yapılmış mıdır bilemiyorum, yalnız şunu söyleyebilirim ki konu düşünce olunca hiçbir zaman yeterince açıklama yapılamaz, insan yaşadığı sürece yeni yeni konular gelişecek ve yeni fikir ve açıklamalar da olacaktır, yani felsefe de yapılacaktır. Felsefenin genel anlamda iki boyutu vardır: Birincisi metafizik, diğeri de rasyoneldir: Bu yazıyı okuyan bazı kişiler, yazının içinde geçen kavramlarla ilgili daha geniş kapsamlı bilgi edinmek isteyebilirler, bu meraklı ve bilgi edinmek isteyen kişi için oldukça doğal bir yaklaşımdır, fakat bu yazının amacı felsefe ile ilgili geniş bilgi vermek olmayıp, ayırımcılık üzerine düşünceye yönlendirmek ve doğru bilinen yanlışların düzeltilmesi için girişimleri canlandırmaktır.
       Ayırımcılığa gelince, bundan önceki makalede bu konuya pek fazla değinmedik, yani ayırımcılığın ne olduğunu açıklamadık ve tanım da yapmadık: Ayırımcılık, taraflı olmak ve dışlamak ya da ötekileştirmek olarak tanımlanabilir, açıklamaya gelince ayırmak fiilinden türetilmiş, isim tarzında bir kavramdır diyebiliriz.
      Ayırımcılık tarihte ve günümüzde sık sık karşılaşılan bir olgudur ve en çok da eğitim düzeyinin düşük olduğu toplumlarda karşımıza çıkar ve taraftar bulur. 
         Felsefede olduğu gibi ayırımcılıkta da yine iki boyut vardır: Birincisi fikir olarak, ikincisi de siyasi amaçlıdır: Aslında ayırımcılık canlıların olduğu her yerde mevcuttur ve bunun dillendirilmesi ve art niyetle uygulaması ise insanlar arasında daha yaygındır; genel olarak bu iki boyut biri biriyle bağlantılı olarak gelişir ve tarihten günümüze gelen bu yaklaşım toplumda yerleşmiş ifadesiyle sağ ve sol olarak adlandırılmaktadır: Fikir olarak ifade edilen ayırımcılık ideoloji adı altında yapılmaktadır: Aslında fikir olarak yapılan ayırımcılık doğru bir yaklaşım değildir, zira ortaya konulan bir fikri ya beğenirsin ya da beğenmezsin ama beğeniyi, şartlı, yani belirgin bir tarafın mensubu olarak yapmak tamamen yanlış bir tutumdur; kişiyi bu yanlışa götüren ise aidiyat algısıdır: Bir fikrin beğeni ya da beğenilmemesi bilimsel bir değerlendirmeden sonra yapılmalıdır; eğer bir fikir hakkında Aidiyat algısıyla karar verilirse yanlış bir seçim yapılmış olabilir; aidiyat algısı kişiye dönük de olabilir, yani kişi kendine göre, yani kendi penceresinden gördüğü ve algılayabildiği kadarıyla karar verecektir, bu da o kişinin eğitim ve bilgi birikimiyle ora-bağla-ntılıdır: Bu değerlendirmede unutulmamalıdır ki algı, benim açımdan bir değerlendirme yöntemi, yani bilimsel bir yaklaşım olmayıp sadece duygularla hissetme yaklaşımıdır-şeklidir.
         Sağ ve solu fikir olarak, yani ideoloji açısından anlatmaya çalıştık, şimdi de bu ayırımcılığın siyasi boyutuna bir göz atalım: Sağ, tarihsel yaklaşımıyla eskinin devamından yana olan bir düşünce yapısını kabullenir ve genel ifadesiyle muhafazakar olarak adlandırılır; sol ise değişimden yana olup siyasi bakışı sınıfsal olarak görmekten yanadır. Sağ ve sol ideolojik düşüncelerine paralel olarak siyasi yaklaşımları yönünden de benzerlikler gösterirler, yalnız sol fikir açısından sağa nazaran yeniliklere daha açıktır ve sağ ilmi söylemleri sorgulamadan doğru olarak kabullenirken,  sol bilimsel doğrulara daha yakındır ve hatta solu felsefi ve siyasi olarak da ayıranlar mevcuttur, yani sağ ve sol siyasi ayırımcılığına girmeden sadece bilimsel doğruları benimse-kabullen-me anlayışındadırlar.                                                                                                                                   Ayırımcılığın, yukarıdaki sınıflandırmaların dışında bir de doğanın belirlediği cinsiyet farklılıklarından kaynaklanan, yani kadın-erkek boyutu-kısmı vardır: Bu paragraf cümlesinde "Cinsiyet farklılıkları.." ifadesi geçmektedir; evet, doğa kadın ve erkeği farklı yapılandırmıştır: Şurası iyi bilinmelidir ki  farklılık ayırımcılık nedeni değildir ve olmamalıdır.. Doğa farklılığı, çeşitlilik ve zenginlik olsun diye var etmiştir; kadın-erkek farklılığı aynı zamanda dişi ve erkek olarak zıtlık da ortaya koyar ve bu zıtlık çekim gücü oluşturarak doğanın üreme işlevini yerine getirmektedir, yani var oluş ve devamlılık nedenidir. 
                                                                                                                                                                       11-16.04.15  

Saturday 11 April 2015

DİN ve AYRIMCILIK
           İlk önce inanç vardı: İnsan yapısı, yani insan olmanın ögesi olan düşünceyi kullanabilme özelliğinden dolayı meraklı ve araştırıcıdır; diğer taraftan itaatkar ve kutsayıcıdırda.. Meraklı ve araştırıcı olması bilimsel yönünü, itaatkar oluşu sürü güdüsünü ve siyaseti, kutsayıcı oluşu da dinlerin oluşumunu gerçekleştirmektedir. İtaatkar oluşu sürü güdüsünü ve siyaseti, ifadesinden bazı kişiler rahatsız olmuş olabilirler, zira insanlar sürü ifadesini genellikle koyun ve davarla özdeşleştirirler, oysaki sürü algısı ve sürü oluşumu canlıların ve bilhassa memelilerin hemen hemen tamamında mevcuttur; sürü güdüsü ifadesinin bilimsel karşılığı ise "Herden instikt" tir; diğer taraftan hayvanlarla canlı olarak biyolojik ve sosyolojik birçok ortak yönümüz de bulunmaktadır; sürü güdüsünün diğer ifadesi de toplum psikolojisidir. Bu açıklamalara ek olarak her sürüde bir alfa ve her toplumda da bir lider vardır. Sürü güdüsü kavramının özünde insanların Aidiyat tutkusu bulunmaktadır; bu tutku, kişilerde güven ve paylaşım olarak algılanır.
           Birçok insanın bildiği gibi üzerinde yaşadığımız gezegen uzay boşluğunda yüzmektedir; bu sonsuzluğa uzanan boşluk ve bu boşlukta çakılı duran gök cisim-kütle-leri insan olmanın bilincine erişenleri düşündürmektedir; işte bu düşünce olgusu iki evrede gerçekleşir: Birincisi korku ve ait olma, ikincisi de merak ve araştırıcı boyutunda gelişmektedir: Birincisi, yani korku ve ait olma düşüncesi güdüsel ağırlıklıdır ve dinin kurgulanmasında öncülük eder, diğeri de daha önce de vurgulandığı gibi bilim yolunda ilerler.          
           Din, İnanmak ilkesi üzerinden kurallarını geliştirir ve iman ile de inanmanın temelini güçlendirir ve işte tam bu noktada insanlar İnananlar ve İnanmayanlar olarak ayrıştırılmaktadır. İnananlar ve İnanmayanlar ayırımından sonra bu kez insanın doğal yapısında var olan Aidiyat algısı kuralları yapay olarak İnananlar ve İnanmayanlar ikilemi yorumuyla Ayırımcılık yapılanmasını oluşturacaktır.  Bu ayırımcılık yapılanması bazı coğrafyalarda hala kendini göstermektedir ki dini açıdan tarihte Musevi, Hıristiyan, Müslüman olarak ve ayrıca Budizm ve Hinduizm; mezhep açısından da Hıristiyanlıkta Katolik, Protestan ve bazı Ülkelerde Ortodoks ve Efangeliş; Müslümanlıkta ise Sunni-Şii veya Alevi ve daha adını saymadığımız başka farklı topluluklar da görülmektedir ki bunlardan birinin diğerine saldırdığı ve zaman zaman da biri birleriyle çatıştıkları bilinmetedir.
           Aidiyat algısının yapılanmasında zaten ayırımcılık mevcuttur, yani ait olma düşüncesi bir birliktelik, paylaşım ve beraber olma gerekliliğini içerir ki, bu da ya bizdensin ya da bizim dışımızdasın, hatta uçlarda yaşayanlar için bizim karşımızdasın anlamlarını da ortaya koyar, bunun tanımlaması ise ayırımcılıktır, yani ya aitsin ya da değilsin; bunun dindeki karşılığı ise İnanma ve İnanmamadır..
          Yukarıdaki paragrafta, İnanma ve İnanmama anlayışının Din açısından belirleyici olduğunu ve bunun da ikilem oluşturacağını vurguladık, bir başka ifadeyle ayırımcılık dinde asli temadır; öte yandan din adamları tarafından din ile özdeşleştirilmek istenen ve hatta dinin asli ögesi olarak gösterilmek istenen inanç, bana göre çok daha farklı, yani dinden bağımsız olarak ortaya konulmak istenen bir anlayış yorumudur, yani İnanç kişiye özgüdür ve aynı zamanda kişi özgürlüğüne ve de Bireysel İnançlara da saygılıdır. Ayrıca dinde yaptırımlar vardır, inançta ise kişi sınırlarını kendisi belirler, yani yaptırımların hükmü yoktur.
          Bizlere öğretildiği gibi İnanç, din kapsamında algı ve değerlendirilmesi gereken bir kavram değildir ve İnanç, kişiyi ayırımcılığa da götürmez, zira inanç kişiye özgüdür, yani her kişi kendi inancını yaşar ve inançlı kişi bir başkasının inancına müdahale etmez, yani kişi kendi kararlarını kendisi verebilmesi nedeniyle karşısındakinin kararlarını kabullenmekte de zorluk çekmez, yani İnanç ta baştan kişinin  iradi kararlarına saygılıdır; ayırımcılığı oluşturan ise dindir, çünkü dinde ait olma güdüsü hakimdir; ait olma güdüsünün bir ileri aşaması ise siyasettir. 
                                                                                                             04-10-11-17.04.15

Tuesday 31 March 2015

BEYİN JİMNASTİĞİ 2
Doğru bilinen yanlışlarda ısrar etmek mi, yoksa yanlışların doğrusunu öğrenmemek mi daha kötüdür..

Monday 23 February 2015

DÜŞÜNCE ve AKIL
         Bilim, eskilerin tabiriyle tabiatı, şimdilerin çağdaş ifadesiyle Doğayı inceleyerek bir takım soruları yanıtlamaya ve sebep sonuç ilişkisiyle de bazı şeyleri değiştirmeye ve geliştirmeye çalışıyor: Bu işlemler yapılırken her şey pozitif olmuyor bazı negatiflikler de oluşmaktadır. Doğanın en önemli olayı ise canlılardır; canlıları da bitkiler ve hayvanlar olarak ikiye ayırabiliriz: Bazı bilim insanları, insanı hayvanlar sınıfına dahil etmektedir, bu kimine göre doğru kimine göre doğru değildir.. Bu sınıflandırma aslında yanlış değildir, zira insanlarla hayvanların birçok ortak yönleri vardır, tabii ki ortak yönler olunca farlılıklar da olacaktır, işte bu farklılıkları yine bilim insanları düşünce ve akıl olarak ortaya koymaktadırlar: Bir şey ortaya konulunca açıklama ve tanımlama da kendini gösterecektir. Bu güne kadar düşünce ve aklın defalarca çeşitli tanımları yapılmıştır, ben bunları sizlere sıralamayacağım; sizler, bunları  kitaplardan  okur ve hatta bir kısmını belki okumuşsunuzdur, ben burada kendimce yaptığım tanımları sizlere sunuyorum:  Düşünce, kişinin soyut yansımasıdır; bir diğer tanımda da beynin üretime geçmesidir diyebiliriz ki Yunancada Philosophia Türkçede ise Felsefe denmektedir; felsefenin tanımını daha önceden yaptığımda ise biraz önceki tanımın tersini ifade etmiştim, yani Felsefe, düşünce üretmektir.
         İkinci kavram ise Akıldır; akıl konusunda da yine farklı ve çeşitli algı ve de anlayışlar vardır: Toplumdaki genel kanı ise aklı Allahın verdiğidir. Bu yaklaşım doğru değildir, eğer öyle olmuş olsa idi insanlar dünyaya gelir gelmez neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ve neyin zararlı, neyin de faydalı olduğunu bilerek doğmuş olacaklardı, oysaki bebekler sadece memeyle ne yapılacağını bilirler, aklı ise zaman sürecinde öğrenirler; o halde akıl, bilgi ve deneyimle oluşturulan sağlıklı karar verebilme yetisidir.  

Sunday 18 January 2015

BEYİN JİMNASTİĞİ
Bir söylemin (şeyin) doğru olduğunu bilip yanlış yapmak mı, yoksa yanlış olduğunu bilip de yanlış yapmak mı daha doğrudur..!?
Bu soruyu, nedenini de açıklayarak yanıtlamaya çalışın lütfen..