SANAT

Sanat, doğruyu yakalamak diye bir işlevi üstlenmez, illa güzel olsun diye bir kaygısı da yoktur; onun ilgi alanı estetik ve ifade gücüdür ve algılarını yorumlarken isyandan beslenir, isyan ise felsefi anlamda yeni bir doğuştur.

Zama Ötesi

Zaman, kavram olarak algılanmasının ötesinde bir süreçtir, yani durağan değildir; işte bu süreçte gerçeklik ve doğru diye iki kavram daha vardır ki bilinçli olduğunu kabullenen bir kişi için gerçeklikte doğruyu yakalayabileceği tek yol ise bilim ya da felsefedir.

GÜNAYDIN

GÜNAYDIN

Ben, insanlarla "GÜNAYDIN!" diyerek selamlaşmayı daha çok seviyorum: Birincisi Türkçe, ikincisi ve daha önemli işlevi ise o günün aydınlık içinde geçmesini ve yeni bir başlangıcın habercisi oluyor..


TEŞEKKÜR

Bu blog'un oluşumuna öncülük eden Jan Macfarlane ve yapılanmasında yardımcı olan Tania Guerra'ya teşekkürlerimin bilinmesini istiyorum..

ZAMAN ÖTESİ

Zaman ötesi, Almanya'daki yaşamım süresinde okuyucuyla buluşturmak istediğim ilk kitabımdır; dolayısıyla bu kitap profesyonel yazın hayatına atmış olduğum ilk adım olmuş oluyor.

ZAMAN ÖTESİ

gel sevdalım

öyle bir yaşam

kurdum ki sana

dünya ötesi

güneş

yıldızlar

ay da var

dost bahçesinde

çiçekler

güller tomurcuk

koklasan açar

sevda ötesi


haklıyı haksızı

tartıya vursak

insanlar

anadan doğma

giyim ayıbı örter

bir yaşam ki

su özgürlüğü

bir nehir gibi akar

bir gölde toplu

deniz gibi sonsuz

bir kapta sınırlı

bir yaşam ki

zaman ötesi

1982

Sunday 7 December 2014

Şairin yolculuk şiiri:
MERİÇ EZGİSİ
kıyıdan bakınca
meriç köprüsü imrendirir
dingir dingir akan nehir
sesini verip dinlendirir
bu maddenin
öze dönüşüdür
yani ki ceninin
suya özlemidir

toprak ölüm          
su hayat
aykut'a dedim
haydi anlat
suda göremiyorum     
balıkların sayısı kaç
meriç yola durmuş
geçeri alır mı baç
enine uzunca biraz
derini kaç kulaç           
berisi edirne
karşısı karaağaç

           12-15-16.04.13-EDİRNE
            Düz. 29-31.X.2014-İST:  

Monday 10 November 2014

SANAT
sanat
o bir asi çocuk
ne kural bilir
ne töreye uyar
hep kendi başına
kendi kurallarını
kendi koyar
          07.XI.14

Wednesday 29 October 2014

CUMHURİYET'in 91 . YILINDA
                Cumhuriyetimizin, gerçek bir toplum yönetimi ve daha nice yıllara uzaması dileğiyle..
                Cumhuriyet deyince akla ilk gelen getirdikleri olmalıdır. Evet, ben bir Cumhuriyet çocuğuyum: Cumhur halk demek, cumhuriyet ise halka ait yönetim biçimidir. Yaşadığımız şu günlerde yönetim halka ne kadar ait acaba, bu konuda uzun uzun düşünmek ve tartışmak gerekecektir.. Cumhuriyetin kurulmasında en önemli etken Hürriyet anlayışıdır: Hürriyet, Türkçesi "Özgürlük" demek oluyor. Özgürlük, öz ve özüm sözcüklerinden türetilmiş bir kavramdır: Hürriyet ile Özgürlük arasında hemen kavranması zor bir anlayış farkı vardır ve yine aynı fark ilim ve bilim arasında da mevcuttur; bunu da ancak sanat ve bilim ortaya koyabilir; sanat ve bilim de yine Cumhuriyetin bize kazandırdıkları arasındadır; sanat, özgürlüğün en üst düzeyde yaşandığı bir olgudur ki bu da cumhuriyet ile birlikte değer kazanmaya başlamıştır ve bu gün gerçek değerini bulmuş mudur, o da yine başka bir tartışma konusudur.
                Cumhuriyetin, bize öyle bir getirisi vardır ki, bu ödül maalesef hala birçok kişi tarafından anlaşılamamış durumdadır: Evet, bu ödül kulluktan kurtulma, yani özgürlüktür.  
                Ben, bizi kulluktan kurtaran yönetimi getiren ve beni bana hediye eden bu ödülü hiçbir şekilde kul olmadan değerlendirmeye ve yaşamanın tadını çıkarmaya çalışıyorum: Ne mutlu, bize bu ödülü bağışlayanı anlayanlara ve onu takdir edebilenlere.. Cumhuriyeti toplumun dayanışmasıyla o kurdu, ama kul olmadan yaşatmak yine toplumun anlayışı ve özverisiyle olacaktır, Cumhuriyetimiz hepimize kutlu ve mutlu olsun..

Saturday 11 October 2014

DİN ve KORKU
                Korku güdüsel bir duygudur. Korku için bir anlamda savunma tepkisi ve yaşama tutkusu da diyebiliriz ve hemen hemen bütün canlılarda görülür, yani doğal bir olgudur ve canlıların genlerine kodlanmıştır ve bilhassa memelilerde daha çok kendini belli eder ve memeliler sınıfına dahil olan insansa korkularını yenebilmek için teori ve sistemler geliştirir ki bunların başında da din gelir, yani dinin kaynağı korkudur; ayrıca insan, korkuyu kullanma açısından da oldukça maharetlidir: Toplumun büyük çoğunluğunda korku aynı zamanda eğitim amaçlı da kullanılır, fakat bu tutum geliştirmekten ziyade sindirmeye yöneliktir ve işte insan, yapısında bulunan bu korku nedeniyle hep sığınma çabası içerisindedir ve bu duygusundan dolayı da inanma gereksinimi hisseder ve kişinin inanma ve inanç arasındaki farkı kavrayabilmesi için de korkunun üstesinden gelmesi gerekmektedir, işte o zaman özgür iradesiyle karar verebilecektir: Özgür iradeye ulaşamayan, yani özgür düşünceyi yakalayamayan kişi, kendine özgü bir İnanç oluşturamaz, İnanç diye kabullendiği inanma ise tepeden inme, yani toplumun da kabullendiği ve kuşaktan kuşağa öğretilen alışkanlıkların oluşturduğu, yani geleneklerin kutsandığı dindir.
                Yukarıdaki paragrafta "İnanma ve İnanç" sözcüklerini kullandık: Bu iki ifade, sözcük olarak hemen hemen aynı anlamı verir, zira her ikisi de "inanmak" fiilinden türetilir, ama felsefi açıdan bir değerlendirme ve açıklama yapmak istediğimizde ayrıntılara girmemiz gerekmektedir, işte bu anlamda İnanç ifadesini kavram olarak, yani inanmanın bir üst aşaması olarak kullanmak düşüncesinde olduğumu belirtmek isterim. Bu ifadeyi biraz daha açıklamak gerekirse İnanç, kişinin tek başına, yani her hangi bir Bireyin ya da toplumun etkisinde kalmadan kendi algı ve aklıyla oluşturduğu, yani duyularının hissettiklerini aklıyla tasdik ederek geliştirdiği inanma duygu ve olgusudur ki İnanç, felsefi temellere dayandırılarak geliştirilip oluşturulursa akılcı davranan kişilerin de karşı çıkacakları nedenler ortadan kalkmış olur ve böylece dinin siyasi baskısından arındırılmış bağımsız ve salt bir anlayış ortaya konulacaktır.
                İnanç kavramının yanında bir de "İnanma" sözcüğünden söz etmiştik, eğer İnanç ifadesi hakkındaki açıklamalar dikkatlice okunmuş ya da okunacak olursa inanma sözcüğünün de ne anlamda kullanıldığı anlaşılacaktır, her şeye rağmen inanma sözcüğüne yüklemek istediğim anlamı açıklamaya çalışayım: Bu sözcük, din kitaplarında "Ey inananlar!" diye başlayan ifadenin tam karşılığıdır, zira Sami dinlerine ait Tevrat İncil ve Kur'anı okuduğumuzda bu ifadeye sıkça rastlarız; Kur'an, bazı ayetlerde "Ey iman edenler!" diyerek de seslenmektedir, işte "İnanma" sözcüğü bu seslenişlerdeki inananların inanma biçimlerinin ifadesidir, yani kendi oluşturdukları inanç değil de anne-baba ve aile büyükleri tarafından öğretilen ya da bir başka kişi veya kurum tarafından anlatılan kutsanmış gücü kabullenme algısıdır, yani bir anlamda İman eden kişilerin inanış biçimidir de diyebiliriz..
               Zaman süreci bize din açısından inanma ve dinden bağımsız olarak, yani Bireysel olarak inanma eylemlerini ifade etme zorunluluğunu getirmiştir, zira zaman süreci demek kullanılmış geçmiş demektir, yani bir değerlendirme ve gelişme aşamasından söz ediyorum, işte bu zorunluluğu ifade edebilmek için ben "İnanç" ifadesine sözcükten daha geniş kapsamlı olan kavram boyutunda bir anlam yüklemeye karar verdim ve böylece açıklamalarımın daha iyi anlaşılacağı kanısındayım..
                                                                                                                                                 24.08.14

Wednesday 8 October 2014

BEN SANA UYAMAM
ben sana uyamam
sen beni anlayamazsın
ben anadolunun
       yanık insanı
senin memleketin
         suyun öteki yanı
aramızda deniz var
güneş içime işlemiş
sevdam kendimi yakar
bu durumda zordur
     benim yaşamam
sen kaptırmışsın
       kendini akıntıya
benim kollarım yorulur
                      ulaşamam
sana tutunup gitsem
                     yapamam..
dön desem duramazsın
ben sana uyamam
sen beni anlayamazsın..

beni susturur
        sazın tıngırtısı
seni coşturur
        cazın gürültsü
ben susunca
       yaşarım sevdamı
sen coşunca
       unutursun yaşamı
sana uymaya çalışsam
                     yapamam
dön desem duramazsın
ben sana uyamam
sen beni anlayamazsın..
                                     1981
ICH KANN NICHT SEIN wie DU
ich kan nicht sein wie du
denn du verstehts mich nicht

ich bin ein anatolier
durch und durch
die sonne meines landes
hat mich gepraegt
und meine liebe zu dir
verbrennt mich

deine heimat liegt
jenseits des wassers
zwischen uns ein meer
dich zu erreichen
faellt mir schwer
du laesst dich treiben
im strome des fortschritts
meine arme ermüden
werden schwer
ich kann nicht
               dorthin gelangen
mich an dir festhalten
und mit dir gehen
kann ich nicht
du kehrst nicht um
wenn ich dich rufe
ich kann nicht sein wie du
denn du verstehst mich nicht

beim klang der saz
         schweige ich
biem rhythmus
         der trommeln
verlierst du dich
meine liebe lebe ich
           verschwiegen
du vergisst das leben
           im vergnügen
mich dir anpassen
so sein wie du
kann ich nicht
du kehrst nicht um
wenn ich dich rufe
ich kann nicht sein wie du
denn du verstehst mich nicht